Evlilikte Keramet Var (mı?)
Hava güzel; yürümek iyi olur böyle havalarda. Hızlı adımlarla şarkı söyleyerek yürüyorum. İnsanlar geçip gidiyor sağımdan solumdan; kimi telaşlı, kimi sakin; kimi mutlu, kimi mutsuz. Sen mutlu musun kızım? Cevap aradım; içim burkuldu, zor soru. Yaşadıklarım geldi aklıma. Papatyanın yapraklarını koparır gibi, hatıralarımı attım tek tek yürüdüğüm yola; savrulup gittiler dört bir yana. Elimde ne kaldı; hayal kırıklığı, kalp kırıklığı, öfke ve pişmanlık.
Dün akşam arkadaşım telefonla aradı. Beni çağırdı. “Canım sıkılıyor, gel de biraz konuşalım.” dedi. Ne anlatacak acaba? Kocasıyla kavga mı etti yine? Bu kaçıncı! İnsan hiç mi bıkmaz kavga etmekten. Bıkar tabii, bıkmaz mı hiç? Ben nasıl bıktıysam, başkaları da bıkmıştır. Evlilik her gün kavga etmek demek benim için. Zaten başka şey de yaşamadım. Bağırmalar, hakaretler, geçim sıkıntısı... Zihnim çamur bulaşmış su gibi, ne berraklık var ne de ışıltı.
Kırmızı ışık yandı, durmam lazım. Bir sağa bir sola bakıp kontrol etmeliyim yolu; araba falan geliyor mu diye. Neme lazım, bir arabanın altına girmekte var her an. Daha erken, bekle kızım sen. Ne şeytanı gör ne salâvat getir. Arabalar da durmak istemiyor zaten. Neden aceleleri varsa! İçindeki şoförde canavar kesiliyor ya hani direksiyona oturunca.
Ağaçlar çiçekler açmış; çok güzel görünüyorlar. Dün gece yağmur yağmış belli, toprak hala ıslak. Baharın güzelliği de başka oluyor hani. Yeniden doğuyor her şey. Ben de doğsam yeniden, yeniden yazsam hayatımı. Yeşil yandı. Geç kızım geç yol senin. Hızlı adımlarla yolun karşısına attım kendimi. Hızımı almışken ilerliyordum ki, bir ses duydum; kadın sesiydi. Başımı çevirdim. Gençten biri, bana doğru koşuyordu. “Bir dakika bakar mısınız?” deyince, durdum. Bekledim yanıma gelmesini. Aceleyle “Nikâh şahidi olur musunuz? Şahidimiz gelmedi. Yıldırım nikâhı kıydıracağız.” dedi. Kıymak mı? Sanki kasapta et kıyılıyor. Hani eti koyarlar ya kıyma makinesinin içine, gümbürtülü bir ses duyulur. Arkasından et lime lime olmuş halde çıkar. Artık etlikten çıkmıştır. Başka bir şey olmuştur. Eline yapışır insanın, temizleyemezsin. Sabun lazım sabun başka türlü çıkmaz. Şöyle köpürterek, parmakların arasını unutmamak lazım, tırnakları da, mikrop oluşur yoksa. Bir de onun için doktora koştur, ilaç yazsın. İlaç içmeyi de sevmem. Öğürürüm içerken. Bir şişe su biter ama ilaç bir türlü geçmez boğazımdan. Şaşarım, nasıl iş anlamadım. Bu yüzden hep şurup içmeyi tercih ederim.
Yürüdüm nikâh salonuna doğru kızla birlikte. Kaçtınız mı diye sordum. Aklıma ilk gelen bu oldu. Olur ya kaçarlar oğlanla kız. Babası izin vermemiştir evlenmelerine. Onlar da ne yapsın. Oğlan gelir gece yarısı evin altına. Kız pencereden atlar. Ayağını burkar, topallayarak yürür. Oğlan omuz verir kıza. Acele etmeleri lazım, baba uyanırsa, sonra peşlerinden gelip yakalayıverir. Bütün plan bozulur. “Hayır!” dedi kız. Neden acele ediyorsunuz diye sordum. Kız cevap vermeden içeri girdik. Biraz ileride bir adam, bir kadın ve yedi-sekiz yaşlarında bir çocuk vardı. Onlara doğru yürüdük. Adamı görünce şaşırdım. Kıza göre yaşlıydı. Canım sıkıldı. Kıza döndüm; evlenmek istediğine emin misin dedim. Kız gülerek “Ben değil, ablam evlenecek.” dedi. Kafam karıştı. Öyle heyecanla koşup gelince yanıma, ben de o evlenecek sandım. Sonra ablaya baktım. Pek genç sayılmaz. Neredeyse kırk yaşında, ne ki aceleleri böyle diye düşündüm. Abla sanki düşüncelerimi okumuş gibi, “Biz on sekiz yıldır beraberiz. İki çocuğumuz var hatta biri liseye gidiyor.” dedi. “Bu ufaklık da küçüğü” diye ekledi. Kafamı salladım sağa sola. Anlamaya çalıştım. Yani siz, bu kadar yıldır nikahsız mı yaşıyordunuz dedim, içim sıkılarak. Sonra biraz kızgınlıkla, mademki bu kadar zamandır nikahsız yaşıyordun, şimdi niye evleniyorsun be kadın dedim. “O askere gidecek de ondan.” dedi adamı göstererek. Meğer asker kaçağıymış hınzır. Kurtuluş yok tabii yakalanmış. Kadını yalnız bırakıp gitmek istememiştir. Ne olur ne olmaz. Yokluğunda başkası alır, karısız kalır, bulmak da zor olur bu yaştan sonra. Hazır elde varken kaybetmek olmaz. Askerlik bu; aylarca uzak kalacak. Eşeği sağlam kazığa bağlamalı değil mi? Sonra başkası biner falan. Kadına tekrar sordum emin misin diye. Henüz geç değil, vazgeçebilirsin. Evlenmek zorunda değilsin dedim. “Evet, ama!” dedi ağzını yamultarak, “Çocuklar, onlar istiyorlar.” İsterler tabii anneleriyle babası evlensin. Nikâh kıyılsın. Farkındalar mı acaba nasıl da kıyıyorlar analarına? Canı sıkıldığında adamın kıçına tekmeyi vurabilecekken, bağlayacaklar urganla mı, zincirle mi, neyle ise! Adına da aile diyecekler. Kutsal mı kutsal? Ne olduğu belli değil. Kutsal mı? Esaret mi? Bir defter verecekler eline; işte diyecekler, siz artık evlisiniz. Ölünceye kadar beraber yaşayacaksınız. Adamın borçları olunca onları ödeyeceksin. Yok canım! Onu söylerler mi hiç. Sonra kutsallığı bozulur hatta kadın son anda vaz geçiverir. “Bana ne onun borçlarından.” deyiverir. “İşi gücü de yok zaten. Uğraşamam vallahi” der mi der, yok mu böyleleri, sürüsüne bereket. Adamın kılığına baktım. Kılığına değil kalbine bak derler ya, siz gene de kılığına bakın. Boş verin içini. Alacası sonra belli olur onun.
Biraz ilerideki odanın kapısında beliren kadın bize doğru seslendi. “Memur hanım sizi bekliyor. Şahidi buldunuz mu?”
“Evet!” dedi genç kız sevinerek. Sevinecek ne varsa. İçeri girdik hep birlikte. Orta yaşlarda bir kadın oturuyordu masada. Önündeki deftere bir şeyler yazıyordu. Göz ucuyla baktım, nikah defteriydi, hani şu kıyılmasında keramet olan. Memur yaza dursun, kadına sordum tekrar. Evlenmek istediğine emin misin? Vazgeçebilirsin. Henüz geç değil. İyi düşündün mü? Son kararın mı? Memur, göz ucuyla bana baktı. Gülümsedi. Ben de gülümsedim. Uyarmak lazım değil mi? Memur bildik cümleleri sıraladı ardı arkasına. İyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta, falan filan... Sonra “İmzalayın.” dedi, defteri onlardan yana çevirerek. Adamla kadın imzaladılar. Sıra şahitlere gelince, önce adamın şahidi imzaladı. Sonra sıra bana geldi. Kalemi elime aldım. Kadına baktım son bir kez, atayım mı imzamı der gibi. İtiraz gelmeyince iki çiziktirik atıverdim isteksiz. “Artık karı kocasınız.” dedi memur. İşi bitmişti, bir daha ki sefere kadar. Hep birlikte odadan çıktık. Kadına döndüm. O askere gidince ne yapacaksın? Nasıl geçineceksin diye sordum. “Bilmiyorum.” dedi kadın. Allah kolaylık versin dedim, yine başımı sağa sola sallayarak. İşin zor be kadın, gör aynayı konyayı, nikâhlandın da halt ettin.
Çıktım evlendirme dairesinden; yoluma devam ettim. Birazdan otobüse bineceğim. Arkadaşımın evi uzakta, yürüyemezdim oraya kadar. Oysa yürümeyi seviyorum. Yürürken düşünmesi çok güzel oluyor. Keşke yürüyebilseydim. Düşünürdüm ne güzel! Olmaz dedim, gözüm yemedi! Otobüse bindim. İlk durak olduğu için boş koltuk çoktu. Oturdum bir tanesine. Şoför yolcu bekliyordu, otobüsün dolması lazım. Dolmadan kalkmaz bu adam. Miskin, miskin bakıyor. Kahkülü kaymış. Kesin akşam içmiştir. Belki karısını da dövmüştür. Nur yok adamın suratında. Zavallı kadın, ne umutlarla evlenmiştir. Çocukları olacak. Pembe boyalı evleri, sobaları yanacak gürül, gürül. Karnı tok, sırtı pek olacak. Zaten hep böyle kandırmıyorlar mı? Yuvan olsun deyip, atmıyorlar mı uçuruma. Genç kızların en çok sevdiği şey değil mi bu yuva. Hep bu özlemle büyümüyorlar mı? Kendi evi yuva değil ki. Tabii arayacak başka yuva. Görünen köy kılavuz ister mi? Kendi anne babasına bakmaz mı hiç. Çok mu mutlu gözüküyorlar. Öyle gözüküyorlardır. Kol kırılır yen içinde kalır değil mi? Aman çocuklar duymasın. Siz öyle sanın. Onlar her şeyi anlıyor. Arka arkaya geldi yolcular. Sanki kadınlar daha çoktu. Kucaklarında da çocuklar. Oturduğum yerden çocuklu kadınları saymaya başladım. Bir, iki, üç... Her kadında da bir, iki çocuk mübarek, hiç boş durmamışlar. Bunların evinde elektrik çok kesiliyor herhalde. Kadınlar neden bu kadar doğurmayı seviyorlar. Kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmemeli değil mi? Her gece biniyordur kocaları üstlerine. At biner gibi dıgıdık, dıgıdık. Birkaç kere git gel. Ondan sonra şaldır. Milyonlarca insan müsveddesi koşar, bir tek yumurta için. Ha babam saldırırlar. Kim kazanacak bu yarışı. Yarış falan değil; düpedüz savaş. Boşuna çıkartmıyor erkekler savaşı, ne de olsa tecrübeliler.
Bir çocuk otobüsün kapısında belirdi, üç yaşlarında oğlan çocuğu, arkasında da bir kadın. Kadını görmüyorum. Sadece elleri gözüküyor. Çocuğun koltuk altlarından kavramış, sonra da kendi çıkacak, bir adım daha; çıktı işte. Otobüs kartını okuttu dijital makineye. Çocuğun elini tutuyor. Çocuk önde o arkada yürüyüp, yanımdaki koltuğa oturdu. Aman Allah’ım dedim karnını görünce, hamile bu! Çocuğu kucağına alamadı. Hangi birini koyacak kucağına, karnı şişmiş. Çocuğu ikimizin arasında tutuyor. Sıkıştırdılar beni. Umurunda mı? Değil, hiç öyle gözükmüyor; bir de sırıtıyor. Çocuk camdan bakacağım diye tutturdu. Gel bari dedim kucağıma. Geldi valla! Şoför çalıştırdı motoru. Hareket etti otobüs. Kim bilir nerede inecek bunlar. Kalkayım bari dedim. Çocuk otursun rahat, rahat. Kalktım. Tutundum, kolumu da uzattım şu sallanan şeylere. Kolum gerildi de gerildi. Amma yüksek yapıyorlar bunları. Adamlar ne yapsın. Kendi insanına göre tasarlıyor otobüsü. Onlar uzun uzun, biz kısa kısa. Şoförde bakkal dükkânından mı aldı ehliyeti nedir? Hızlanıyor, sonra aniden firene basıyor. İçim dışıma çıkacak şimdi. Midem bulanıyor. Kusayım da gör şimdi. Arkamdan da laf eder, pis kadın der. Kadınlar da pis pis bakarlar suratıma. Sanki kendileri hiç kusmadılar hayatta. Hele hamileyken, amma bulanırdı midem. Öf! Öğürürdüm; hele bir yemek kokusu duymayayım, çok fena olurdum. İki koltuk ilerde bir adam ve kadın oturuyorlar. Ters konan koltuklara oturmuşlar. Adam durmadan konuşuyor. Kadın sürekli pencereden dışarı bakıyor. Hiç dinlediği falan yok adamı. Başka âlemlere dalmış, ne uyumsuz bir çift. Nasıl mı anladım evli olduklarını. Anlamak için âlim olmaya gerek yok. Parmaklarına takmışlar altın halkaları; bağırıyor bunlar evli diye. Arkadaş olsalar zaten bu kadar kayıtsız kalmazlardı birbirlerine. Sohbet ederlerdi güle güle. Karı koca bunlar. Kadının suratı kapkara olmuş. Omuzları çökmüş. Sanki tonlarca yük taşıyor omuzlarının üstünde. Söylenmeyen binlerce kelime takılmış diline, çıkamıyor bir türlü. Bir açılsa valla neler söyler o dil. Kim bilir, sevdiği bir oğlan var mıydı acaba, yolunu gözlediği. Belki de askere gitmiştir. O sırada bu adam çıkmıştır karşısına. Allah bilir görücü usulü olmuştur. Durağa geldim. İneceğim şimdi. Dinine yandığımın dünyası işte böyle vuruyor insana. Kurallarını dayatıyor. Sevdiğiyle evlenemiyor insanlar. Mutlu olamıyorlar. Aşk bebekleri dünyaya getiremiyorlar. Bozuk düzen sürüp gidiyor böyle. Yoz köpekler gibi ürüyorlar. Soyu bozuk insan ırkı çoğalıyor da çoğalıyor. Dünyanın sonu gelecek böyle. Kıyamet diye bekleşiyorlar. İşte sana kıyamet. Bundan ala kıyamet mi olur? Hamuru sevgiyle yoğrulanlar var ya. İşte onlar dünyayı kurtaracaklar. Birbirlerinin gözlerinin içine sevgiyle bakan anne babanın çocuğu olmak, işte bu harika bir şey olur. Otobüs durdu. Kapıyı açmıyor şoför. Aç diye bağırıyorum. O da zile bas diye bağırıyor. Bastım diyorum. O hala ısrar ediyor. Bastım kardeşim diyorum. Ben senin kardeşin değilim diyor. Olma zaten. İstemem senin gibi kardeş. Kesin bu adam akşam karısıyla kavga etmiştir. Kim bilir belki de karısı yatmak istememiştir. O da sinirlenmiştir. İlla yapması lazım ya, ateşi sönmez yapmadan, üstüne çıkıp tepinmeden. Hasta mısın diye sormaz. Canın istiyor mu diye sormaz. Evlisin ya birinci görevin kocanı mutlu etmek. Hani meşhur söylem var ya. Yatakta fahişe gibi olacaksın denir. Karılarının fahişe gibi olmasını isterler ama kızları biraz hareketli oldu mu dövmeye kalkarlar. Dayak yiyince uslanıyor ya kadınlar, kızlar. Sesi soluğu çıkmıyor gariplerin. Nihayet kapıyı açtı. Lütfetti zahir. İndim otobüsten. İnmedim adeta attım kendimi dışarı.
Hızlı adımlarla yürüdüm arkadaşımın evine doğru. Kapıda durdum. Hangi zil olduğuna bakıyorum. İsmini yazmamışlar. Zaten yazmazlar, yalnız kocasının adı yazıyordur kesin. Telefon edeyim bari kapıyı açsın. Arıyorum; aç kızım kapıyı diyorum hem çağırıyorsun hem kapıda bekletiyorsun. Kapı açıldı. Merdivenlerden hızla çıktım. Evin kapısı açık, bekliyordu arkadaşım. Gel dedi. Sevindi. Sarıldı sonra, ben de sarıldım. Ağlamaya başladı. Ne oldu dedim sabırsızlıkla. “Gir içeri, soluklan, anlatacağım her şeyi,” dedi gözlerini silerek. Salonda pencerenin önünde oturduk. Çok severim burayı, kahve içeriz hep karşılıklı oturarak. Anlat dedim, çabuk anlat rahatla. “Kavga ettik akşam.” dedi. “Bağırdık birbirimize. Sonra nasıl oldu bilmiyorum elini gördüm havada. Yapıştı suratıma.” İçki mi içmişti dedim. İçince olur hep böyle. Şişedeki gibi durmuyor tabii. Efeleniyorlar o zaman. Başka zaman sıkar biraz. Kuzu gibi olurlar. Karakterleri değişiyor valla! Canavar kesiliyorlar. Azıyorlar da azıyorlar. Kendi evliliğim geldi aklıma. İyi bilirim böyle anları. Leş gibi kokardı nefesi. Yapışırdı dudaklarıma. Of! Of! Kötü günlerdi onlar. “Sen kurtuldun.” dedi arkadaşım, “Boşandın kurtuldun.” Öyle valla kız! Boşandım kurtuldum. Boşuna koca dememişler adına. Kocatıyor vallahi insanı! Keşke mutlu bir evliliğim olsaydı. Ufak tefek sorunlar olur tabii. Kolay değil iki ayrı hayattan, iki insanın birlikte yaşaması. Ama sevgi var ya sevgi; işte o her sorunu çözer be güzelim. Sevgiyle sarılmalı insan birbirine. Sevgiyle birleşmeli. Sevgiyle doğmalı çocuklar. Kenetlenmeli. Böyle olmalı evlilik denen şey. İşte o zaman kutsal olur. Yoksa kandırır herkes birbirini. Zaten öyle de oluyor. Bir de demiyorlar mı evlilikte keramet var diye. İşte o zaman boğazını sıkıveresim geliyor densizlerin. Gülmeye başladı canım arkadaşım. Sevindim. “Kahvemizi de yapayım.” diye ayağa kalktı. “İçerken konuşmaya devam ederiz.” dedi. Yap kız dedim. Acı olsun. Acı kahve iyi gelir. Bir de kapattık mı? Falımıza bakarız. Döktürürüz bir sana bir bana. Atıveririz her zamanki gibi, yalandan kim ölmüş. Mutfağa doğru yürüdü üzüm gözlü arkadaşım. Eteğinin ucundan savruluverdi kederi. Halının altına süpürülmüş pislik gibi görünmez olacak yine. Kocasız kalmaya dayanamaz o. Benim kötüm elin kötüsünden iyidir der. Belki kocası akşam eve dönerken bir demet çiçek alır. Gönlünü alır, kandırır yani!
Söz kesmekte bu kandırmacadan biri değil mi? Bir de süslemezler mi? Gümüş tepsinin içine koyarlar birbirine kırmızı kurdeleyle bağlanmış iki yüzük. Yanına da kırmızı gül koyarlar. Anlamlı bir konuşma yapılır. Aklı sıra bağlanmayı ifade ediyor. Kurdeleyi makasın arasına sıkıştırıp keserken kadının yaşamla bağını kesiyorlar aslında. Garibim o gece sabaha kadar uyumaz. Mutlu,mutlu gülümser söz kesildim diye. Bir de kına yakmak var. Kına gecesinde gelin kızın eline yakarken kınayı ağlar; hem ağlarım hem giderim der. Ağlar tabii, o da biliyor kandırıldığını. Ciğeri yanıyor kızın. O ağlamasın da kim ağlasın. Ya diğer kadınlar, etrafında dönerler ellerinde mumlar, ağıt yakarlar yanık, yanık. Kimsenin dur demek aklına gelmez. Biz ne yapıyoruz demek aklına gelmez. Kendimizi yaktık, başkaları yanmasın demek aklına gelmez. Gelir gelmesine de alışmışlar bir kere. Alışmış kudurmuştan beter dememişler mi? Alışmışlar kızım düzülmeye. Önlerine sunulan hayatı yaşamaya; kandırılmaya, sömürülmeye, yok sayılmaya…
En baba olanı da nikah kıymak, kıyıyorlar bize acımadan, kıtır kıtır doğruyorlar bizi evlilikte keramet var deyip; nasıl da kandırıyorlar! Kadın kadına yapıyor en büyük zalimliği. “Erkeklerin çok sevdiği bir şey var sende!” der arkadaşımın anneannesi. Akıl verir aklı sıra. Bacak arasına sıkıştırır bütün hayatını kadının. “Verdin mi rahat edersin.” der, sonra da güler kinaye. “Bir şey isteyeceğin zaman yatakta isteyeceksin, en zayıf olduğu, zevkten çıldırdığı anda.” Sonra da buna yuva derler. Ne yuvası be, belgeli fahişelik değil de nedir bu? Eline tutuştururlar bir defter. Kapı gibi nikah defterini eline verirler, davetlilerin alkışları arasında. Her şey mubahtır artık. Düzülmek, sövülmek, dövülmek…
Canım arkadaşım salon kapısında göründü elinde tepsi. Yapmış kahveleri geliyor nazlı gelin gibi. Gülümsüyor; biraz önce ağlayan o değil sanki. “Kapat kız.” dedi “Fal bakayım sana.” Benim falım çoktan bakılmış kızım. Sen kendine bak. “Boş ver!” dedi. “Bir tokattan bir şey olmaz. Yapmaz bir daha yapmaz.” Sen öyle san benim güzel arkadaşım. O el bir kez kalkmaya görsün. İner defalarca sen dur demedikçe. Sen, ben ve bütün kadınlar…
Hülya Gülay / Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder