Hülya Gülay

Hülya Gülay
"İnsanın fikri neyse zikri de oymuş derler dostlar; benimkiler sanal alemde gezintiye çıktılar...Çaldıkları her kapı açılır mı bilinmez, eğer sizin kapınızı çalarlarsa korkmayın, size zarar vermezler..."

Tekrar uçabilecek (mi?)

Adam kadına baktı: “Senden tek bir şey istiyorum. Bana yalan söyleme.”
Kadın: “Söz veriyorum, sana hiç yalan söylemeyeceğim.”
Mevsimin ilk karı yavaş yavaş toprakla buluşuyordu. Şöminenin ateşinin karşısında böyle söz vermişlerdi birbirlerine.
İlk yalanı adam söyledi.
Peki, şimdi kadın yalan söylerse sözünden dönmüş mü olur?
Birlikte el ele yürüdükleri dağ yolunda şimdi tek başına yürüyor, hayal kırıklığının verdiği acıyı içine sığdırmaya çalışıyordu. Onu terk etmek istemiyordu ama bu yalanla nasıl yaşayacaklardı, yalanların arasında gerçeği bulabilecekler miydi?
Üşüyordu! Göğsünün tam ortasında buz gibi bir taş yerleşmiş nefes alamıyordu. Hiç böyle düşünmemişti; sevgilerinin böylesine yara alacağı aklına hiç gelmemişti. Her şey çok güzel görünüyordu. Yanılmış mıydı? Sahip olduğu en güzel şey adama duyduğu güvendi. Şimdi ne olacaktı. İçindeki şüpheyi atabilecek miydi? Bir daha yalan söylemediğini nereden bilecekti? Nasıl anlayacaktı?
Seni seviyorum dediğinde gerçekten inanacak mıydı? Yoksa inanmış gibi mi yapacaktı?
İçindeki ses “Zamana bırak, zaman en iyi ilaçtır.” dedi.
Kanadı kırılmış bir kuş gibi yere çakılmıştı.
İyileşebilecek miydi?
Tekrar uçabilecek miydi?
Üzerindeki şala daha sıkıca sarıldı. Ayakları bir daha geri dönmemek üzere yürüyordu dağ yolunda. Rüzgâr fısıldıyordu kulağına:

“Aşkın ışığı söndü gözlerimde,
İçim pır pır etmiyor artık”

Evet, içi pır pır etmiyordu artık. Hakarete uğramış, incinmiş olsa bile unutmanın yollarını arıyordu. İçinde bir yerlerde öç alma isteği vahşi bir dürtü gibi harekete geçmek için bekliyor, sevgisini nefrete dönüştürmenin yolunu arıyordu.
Hayır, içinde düşmanlığa yer yoktu. Ne olursa olsun asla nefret kazanmamalıydı. Yine de sevgiye olan inancını yitirmemeliydi.
Sözcükler içinde kısılıp kalmış, çıkmak için sabırsızlıkla beklerken rüzgârın fısıltıyla söylediği şarkıyı dinliyordu:

“Sen, sen yalnız kadın,
Sessizliğe gömülmüş kadın,
Ölü toprağını at üstünden”

Kendine dost olmaya giden yolda tek başına yürüyecekti. Sesi rüzgârın sesiyle karıştı birbirine:

“Yalnızım, yalnızım, yalnızım,
Gökteki ay kadar yalnızım,
Okşa beni rüzgâr, sarılın bana ağaçlar,
Sevin, sevin beni kar taneleri”

İnsan şiddeti neden seviyor

İnsan neden şiddeti seviyor; saldırganlık, acımasızlık gösteriyor? Yoksa hatalı yaratılmışlığını bu şekilde mi örtmeye çalışıyor. Sevgi yoksunluğunu sevgi arsızlığıyla telafi etmeye çalışırken her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Varlığının besleyici kaynağı sevgiyi, acı vermek veya acı çekmek için kullanıyor. İnsanda derin izler bırakan bu acı bataklığında yaşamını sürdürmeye çalışırken çırpındıkça battığını, tarihsel süreci içinde hala fark etmiyor. Dış dünyaya karşı düzgün, seviyeli, sevecen gözüküp, yakın karşı cinse, aile içindeki diğer kişilerle olan ilişkilerinde sadistçe davranışlar gösterebiliyor. Oysa ilişkilerimiz, hayatımızdaki mutluluk alanlarımız olması gerekirken yaralayıcı ve yıpratıcı olmaya devam ediyor.
Hiç kimse böyle bir ilişki boyutunda ne kadar hırpaladığını veya hırpalandığını anlayamıyor. Bu kısır döngüden kurtulmak için yol bulamıyor. Elindeki tek silah olarak gördüğü şiddet unsurlarını kullanmaktan çekinmiyor. Geçmişte yaşanan acıların bugüne yansıması olduğunu düşünsek de şiddetin tercih edilmesi insanın kolaycılık tarafının göstergesidir. İnsanlık tarihiyle birlikte ortaya çıkmış olan şiddet olgusu, kendini farklı biçimlerde göstermeye devam ediyor.
Fiziksel şiddette kullanılan silah güçtür; bir yumruk, bir bıçak şiddetin uygulanmasını kolaylaştırır. Fakat şiddeti genelde algılandığı gibi yalnızca fiziksel zararla açıklamak yeterli değildir. Bir şiddet türü daha vardır ki o da “duygusal şiddet”tir. En az fiziksel şiddet kadar hatta daha fazla yıkıcıdır. Baskı, eziyet, korkutma, sindirme, cezalandırma, katı, kaba davranış, kişisel özgürlüğü kısıtlama, bağırmak, iğneleyici sözler söylemek, hakaret etmek, alay etmek, yok saymak, küsmek, tehdit etmek, sürekli kavga çıkarma şeklinde kendini gösteren duygusal şiddetin açtığı yaraları görmezsiniz, göremezsiniz. Çünkü kullanılan silah sözcüklerdir ve hedefte duygulardır.
İnsanın yaşamı boyunca karşılaşabileceği duygusal şiddet örneklerini düşündüm. Bulmak çok zor olmadı:
“Altına şişini kaçırırsan pipini yakarım.”
“Yemeğini yemezsen seni aç bırakırım, bir daha yemek vermem.”
“Sınıfını geçmezsen sana istediğin oyuncağı almam.”
“Benim istediğim kızla evleneceksin yoksa seni evlatlıktan reddederim.”
“Sünnet olmazsan erkek olamazsın.”
“Bakireliğin bozulursa kimse seninle evlenmez.”
“Dershaneye gitmezsen üniversiteyi kazanamazsın.”
“Oyun oynamayı bırak dersini çalış.”
“Karnende zayıf olursa tatile gidemezsin.”
“Yaramazlık yaparsan seni tuvalete kilitlerim.”
“Sen hiçbir işe yaramazsın.”
“Babanı mı daha çok seviyorsun anneni mi?”
“Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.”
“İstediğimi almazsan bu gece seninle yatmam.”
“Benimle yatmazsan başka kadına giderim.”
“Bak kızım, erkeğe sevişmek istediğini söyleme seni fahişe zanneder.”
“Bana cevap verme.”
“Senin aklın erkek işine ermez.”
“Kadın kısmı sokağa çıkmaz.”
“Beyinsiz kadın.”
“Sus.”
“Seni sevmiyorum.”
“Senden bıktım.”
“Aptal.”
“Çirkin.”
“Beceriksiz.”
“Hemen uyu yoksa ölüler gelip seni yer.”
“Dediğimi yapmazsan seni köpeklere veririm.”
Ve daha yüzlercesi…
Böyle sözcüklerle dolu bir yaşam, insanın kendisine olan saygısını yavaş yavaş yok ediyor. Yıllarca maruz kaldığı bu davranışlar sonrasında, kendi başının çaresine bakamayacağını düşünerek yaşamaktan korkar hale gelmesi kaçınılmaz. Şiddete maruz kalan insan, korku, öfke patlamaları, içten içe kızgınlık duygularıyla intikam alma hissi yaşar, ürkek, sessiz, çekingen olur. Halsizlik, mutsuzluk, umutsuzluk, çaresizlik duygusu, geleceğe yönelik plan yapamama, karar verme güçlüğü çekme, sokağa yalnız çıkamama, kendini sevmeme, konuşamama, başkalarını suçlama, konuşurken göz iletişimi kuramama, donuk bakma, ağlama krizleri, suçluluk duygusu, karışık duygular, uğradığı şiddeti anlatamama durumları içindedir. Hayata ve kendine karşı güvensizlik, ümitsizlik hisseder.
İnanın dünyanın böyle duygulara hiç ihtiyacı yok. Onun sevgi sözcüklerine ihtiyacı var hem de hiç olmadığı kadar…
İnsan neden şiddeti seviyor sorusuna geri dönersek, cevabım şu: Kendine bir hayat yaratamayan, başka hayatları yok etmek ister. Bu da şiddetle o kadar kolay ki!
Oysa arzu ettiği hayatı yaratmak için özgür olmalı insan. Ne var ki kısıtlayıcı toplum kuralları buna engel oluyor, insanı özgür bırakmıyor. Özgürlüğün yitirilmesine yol açan olaylar hayatını şekillendirirken, kendisini insan yapan aklının azap veren düşüncelerinden kurtulmak istiyor ama başaramıyor. Elbette yaşadığı olaylar karşısında duygusal tepkiler verebilir. Ancak akılla kalp arasında kısa devre yapmış gibi cazur cuzur sesler geliyorsa, orada şiddet filizleniyor demektir. Kısacası özgürlüğün olmadığı yerde sevgi olmaz, sevginin olmadığı yerde de şiddet vardır.
Şiddetin en acı etkisi şiddet uygulanan kişinin buna alışması ve yaşarken ölmeyi kabullenmesidir. Şiddete dur deme cesaretini gösterememesi, toplumun da görmemezlikten gelmesi bunu doğal hale getiriyor. Aslında böyle insanları fark etmemiz zor değil, çevremize daha dikkatli bakmamız yeter.
Şiddet öğrenilen bir davranış biçimidir ve kuşaktan kuşağa geçer. Biz bu zincirin kırık halkası olalım. Şiddeti ortadan kaldırmanın tek yolunun değerlerin farkına varmak olduğunu anlayalım.
Tercihimiz her zaman iyi olandan yana olsun…


Hülya Gülay , 7/Kasım/2014

Yazar kimdir?
Yazar, her şeyden önce insandır.
Yazar, düşünen insandır.
Yazar, düşüncenin sınırsızlığına kanat açabilen ve korkmadan uçabilen insandır.
Yazar, yaşadığı veya tanık olduğu olayı/eylemi sorgulayan, daha iyiyi, daha güzeli, daha doğruyu arayan insandır.
Yazar, kendisi ve kendi dışındaki her şeyle bir ve bütün olabilen insandır.
Yazar, zengin bir bilgi birikimine ve geniş bir dünya görüşüne sahip olan insandır.
Yazar, dil ile düşünceyi bir araya getirebilen, düşüncesini sesle veya yazıyla ifade edebilen insandır…
Yazar, söyleyecek sözü olan ve sözcüklerin sihirli olduğuna inanan insandır.
Yazar, sözcükleri en etkili şekilde nasıl kullanabileceğini bilen insandır.
Yazar, uyanık bir bilince sahip insandır; kendisinin ve yaşamın farkında olan insandır…
İnsan yazabilir mi? Evet, eğer isterse yazar. Peki, nasıl yazar? Kağıdı kalemi eline alır yazar.
Yazmak, bir eylemdir; bir davranış şeklidir. Düşüncenin yazıya dönüşmüş halidir. Bu dönüşümü gerçekleştirmek için üç şeye ihtiyaç var.
1- Düşünmek
2- Özgür olmak
3- Cesur olmak; yürekli olmak
Yazmak, bir dil sanatıdır. Malzemesi sözcüklerdir. Bu sözcükler insanın belleğine, vicdanına yerleşirler ve orada yaşarlar. Sözcükler hayat doludur. Toprak üstüne fışkırmayı bekleyen tohum gibidirler. Biraz su, biraz güneş yeşermek için yeterlidir. Çok çabuk büyürler ve insanların ruhlarına dokunur. Onları sarıp sarmalar.
Eğer sözcükleri sevgi ve bilgiyle beslersek, bu sarıp sarmaladığımız insanlar bizi hiç unutmazlar, sonsuzluğun içine gömerler.
1- Okuyun; ama sevdiğiniz kitapları.
2- Araştırın; doğada ve toplum içinde.
3- Gözlemleyin; inanılmaz şeyler fark edeceksiniz.
4- Dinleyin; insanların ne kadar çok acı çektiğini anlayın hatta sizden daha fazla!
5- Not alın; birikmiş notlar sizi belli bir konuya yönlendirir.
6- Zihninizi dev bir kütüphane gibi düşünün ve kütüphanenizi düzenli tutun. Kütüphanenizin efendisi siz olun.
7- Sonra, yazın, yazın, yazın!
8- İnanın bana çok mutlu olacaksınız.
9- Öğrendiklerinizi ve tecrübenizi başka insanlara anlatın…
10- Bütün romanlar bir sözcükle başlar. O sözcüğü ararken kendinize şöyle bir soru sorun:
Ben ne anlatmak istiyorum/ne yazmak istiyorum…
İnanın bana, yazmak istediğiniz ya da anlatmak istediğiniz her neyse, sizden çok uzakta değil, birkaç metrelik alanın içindedir hatta kendi içinizdedir, yüreğinizin içinde…

İçeride biri var mı?

Bir kapının kapalı olup olmadığını anlamak için önce o kapıyı çalmak gerekir. Sonra itmek, belki kilitli değildir.  İçeriye doğru bir adım atmak hatta seslenmek: “İçeride biri var mı?” Cevap veren olmazsa vazgeçme, gir içeri, odaları dolaş. İçeride ayağa kalkamayacak kadar gönlü yorgun biri vardır kim bilir! Sesini çıkaramıyordur. Belki korkmuştur. Kalbi kırılsın istemiyordur artık, üzülmek, boş hayallerin peşinde koşmak…